15 Kasım 2010 Pazartesi

İlkeler mi 3 Puan mı?

Üst üste gelen kötü sonuçlardan sonra Ankara'da yaşanacak bir puan kaybı, Schuster'in kellesini almak içi kulübün kapısında yatan skor yazarları için bulunmaz bir fırsat olacaktı. Belki de bu durumun etkisi ile Schuster geldiği günden beri her maçta oynatmak istediği hucüm futbolundan taviz verdiği bir karşılaşma izledik. Schuster'in oyun kurgusunda maça standart dizilişi ile başladı ancak öndeki forvertin Quaresma olması nedeniyle oyunun kurgusu ilerleyen dakikalarda 4-6-0 düzenine daha çok yaklaştı. Maça baskılı başlayan taraf beklenildiği gibi Beşiktaş oldu ancak Quaresma oynadığı mevkinin özelliklerini taşımaması nedeniyle ilerleyen dakikalarda Gençlerbirliği oyunda dengeyi yakalı ve devre sonuna kadar temposuz bir futbol oynandı. Açıkçası dün oynanan oyunda Quaresma'nın yerine Nobre veya Fatih olsa ve Quaresma'da alıştığımız bölgede oynasa daha üretken bir takım ortaya çıkabilirdi. Zaten oyunun hareketlendiği süreler de Quaresma'nın kanatlara açıldığı zamanlar oldu. Devre berabere bitecek derken hakemin hatalı bir penaltısı ile Beşiktaş dengeyi bozan takım oldu. Penaltı kararının doğru olduğunu düşünenler de var ancak sadece bu pozisyonu inceleyerek doğru karara varmamız mümkün değil. Futbolu doğru bir zihniyet ile izleyen ve yorumlayan insanların en büyük şikayeti kararlarda bir tutarlıklık ve standart  olmaması, dünkü penaltı kural kitabına bakıldığında penaltı olarak yorumlanabilir ancak birçok kişinin kafasındaki soru işareti penaltı kararından çok penaltının hangi forma rengine verildiği. Bu nedenle ben penaltı olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Devreye  önce giren Beşiktaş ikinci yarıda çok farklı bir kimlik ile sahada yer aldı. Sezon başından beri oyun sisteminden ve kurgusundan taviz vermeyen Schuster'i ilk defa geçen hafta eleştirdiği Bursaspor zihniyeti ile  oynarken gördük ve yadırgadık. Ümit ediyorum ki ikinci yarıda yapılmak istenen kriz zamanında deplasmandan üç puan almak yolunda bir strateji olsun. Biz Schuster'i oynatmak istediği oyun ve olaylara bakışı ile sevdik, aynı yolda devam etmesini istiyoruz.

Dünkü takımdaki en büyük soru işareti Holosko idi. Holosko dün topla buluştuğu pozisyonlardan sadece iki tanesinde topu yine arkadaşına kazandırabildi. Verdiği paslar da basit pas olarak istatistiklere geçen topu en yakındaki arkadaşına verdiği pozisyonlardı, bunun dışında aldığı topları ya rakibine kaptırdı ya da oyun çizgilerini sınırlayan alanın dışına çıktı. Bu seneki Schuster - Holosko ikilisi bana geçen senenin Denizli - Nihat ikilisini hatırlattı. Her iki teknik direktör de oyuncularını kazanmak adına onlara her fırsatta forma şansı vererek onları kazanmaya çalışıyor ancak sergilenen her kötü performans taraftarın o oyuncudan daha çok soğuması anlamına geliyor. Belki de bazen bu durumdaki oyuncuları bir süre dünlendirmek daha iyi bir alternatif olabilir.

Son olarak dünkü takımda iki oyuncu teşekkürü hak etti. Bunlardan ilki Ersan, Ersan ile Toroman'a baktığımızda sanki Toroman ikinci ligten gelmiş ve Beşiktaş'ta ilk maçlarını oynuyor gibi gözükürken Ersan sanki 10 senedir bu takımın stoperi gibi davranıyor. Bir diğeri de maçın 90. dakikasında 60 metrelik deparı atarak Beşiktaş'ın şahibeli bir penaltı ile kazanmasını önleyen Hilbert. Hilbert'in transferi söz konusu olduğunda Orhan Uluca (Borges) tam da bu durumu özetlemişti, inanılmaz yetenekli değil ama sahada ona verilen görevi yapmak için tüm enrjisini sahaya yansıtır demişti. Bu belki de Hilbert için yapılacak en iyi tarif bence de. Hilbert'in bu takım için önemi oynamadığı maçlarda daha iyi anlaşılıyor zaten.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...